Dr. Jane Goodall Fark Yaratma Yolculuğunun Hikayesini Anlatıyor

Hayvanlar ve doğa ile olan ilişkimizi tamamen değiştiren genç kadının ünlü seyiri — kendi sözleriyle.

Dr. Jane Goodall Fark Yaratma Yolculuğunun Hikayesini Anlatıyor
Birleşmiş Milletler Barış Habercisi ve Komutan Şövalye (DBE) Dr. Jane Goodall; Our Planet, Our Purpose Changemaker Zirvesinde, 60’tan fazla genç fark yaratan birey ile hikayesini paylaştı. Bana birçok insanın sorduğu bir soru var: “Doğaya olan aşkın ne zaman başladı?” Buna cevabım genellikle bilmediğim, bir şekilde anne karnındayken hatta daha öncesinden başladığı oluyor. Kendimi bildim bileli hayvanları izliyorum; bebeklerine yemek verişlerini izleyebilmek için, kuşların bana karşı korkularını yenmelerini sağlamaya çalışıyordum. Hayatımda beni destekleyen harika bir annem, kitaplarım ve doğa vardı. Afrika’ya olan aşkım kitaplarla başladı. 10 yaşındayken, büyüdüğümde Afrika’ya gideceğimi, hayvanlarla yaşayıp onlarla ilgili kitap yazacağımı ilan ettim. Değişime olan gereksinim de burada geliyor: O zamanlar kızlar bilim dallarına yönelmiyorlardı. Bununla beraber kimse vahşi doğaya gidip hayvanları araştırmıyordu. Herkes bana güldü; Afrika çok uzaktaydı, paramız yoktu, büyük ihtimalle çok tehlikeliydi ve en önemlisi, her halükârda ben sadece bir kızdım. Ama annem bana dedi ki: “Jane, eğer bunun gibi bir şeyi gerçekten istiyorsan, tahmin edemeyeceğin kadar çok çalışman, karşına çıkan her fırsattan yararlanman gerekiyor. Eğer pes etmezsen, belki bir yolunu bulabilirsin.” Bu söylediklerini hiç aklımdan çıkarmadım. Okulda çok başarılıydım ama üniversite için paramız yoktu. Londra’da sıkıcı bir işe girip, sekreterlik eğitimi aldım. Sonra bir mektup ile karşıma bir fırsat çıktı: okuldan bir arkadaşım beni Kenya’ya çağırıyordu. Gidebilmek için otelde garson olarak çalışarak para biriktirdim. Hayat Boyu Süren Macera Bugün, genç bir kadının başka ülkelere gidip maceralara atılması şaşırtıcı değil ama o zamanlar bu toplumun gözünde alışılagelmiş bir şey değildi. 23 yaşında annemin kendi yolumu izlememe izin vermesi inanılmazdı. Arkadaşımla kalırken, ünlü paleontolog Dr.Louis Leakey’i hakkında bilgiler öğrenmeye başladım. İlk görüşmemizden iki gün önce ise sekreteri işi bıraktı ve yeni bir sekretere ihtiyacı olduğunu öğrendim. Bilhassa zevk almadığınız bir şeyin — mesela sıkıcı bir sekreterlik kursu — ne zaman işinize yarayacağını bilemiyorsunuz. Kendimi hazır hissediyordum. Uyanık olduğum her dakikayı, Afrika’da bulunan hayvanlarla ilgili sınırlı sayıda yazılmış araştırmaları okuyarak geçiriyordum ve sanırım Dr.Leakey benden etkilendi. Bana bir iş verdi. Sonrasında, bize en çok benzeyen hayvan olan şempanzelerle yaşayıp onları inceleme fırsatını sundu. Tabii ki evet! O bunun için para ararken, bir sene için İngiltere’ye döndüm. Şempanzelerle ilgili her şeyi öğrenmeye gayret ettim ama bu konuda çok az bilgi vardı. Kimse daha önce onları doğada incelememişti. Sadece tutsak edilen ya da hayvanat bahçelerinde bulunan üzgün birkaç şempanze ile ilgili sınırlı sayıda araştırma yapılmıştı. İngiliz yetkililer ormana tek başıma girmeme izin vermiyorlardı. Böylece annem altı ayın dördünde benimle girmek için gönüllü oldu. Çoğu annenin bunu yapacağını düşünmüyorum. O dönemde, Gombe Ulusal Parkı fazlasıyla ücraydı. Ama yine de geldi ve bana çok büyük destek oldu. İlk günlerde şempanzeler beni gördükleri an kaçıyorlardı. Zaman azalıyor ve benim ruh halim düşüyordu. Neyse ki, dört ay sonra, David Graybeard adlı bir şempanze korkusunu yenmeye başladı. Onun yapraklarını kopardığı dalları ve çimen saplarını kullanarak aletler yaparken yakaladım. Zamanında, Batı’daki bilim sadece insanların alet yapıp kullandığını düşünüyordu. Bu keşif, Dr.Leakey’nin National Geographic Society’e haber vermesini sağladı. Onlar da sonradan evlendiğim, film yapımcısı ve fotoğrafçı Hugo van Lawick’i şempanzelerin davranışlarını kayda alması için gönderdi. David sayesinde, diğer şempanzeler de korkularını yenmeye başladı. Hepsini birey olarak tanımaya başladım ve davranışlarının bize ne kadar benzediği beni çok şaşırttı. Öpmeleri, sarılmaları, el ele tutuşmaları, hava atmaları, erkeklerin üstünlük için yarışması… İyi anneler ve kötü anneler. Ne kadar vahşete eğilimleri olsa da aynı zamanda sevgi ve fedakarlığa da meyilleri vardı. İki sene sonra, Dr.Leakey bana Cambridge Üniversitesi’nde Ekoloji üzerine bir PhD yapmam için bir yer bulduğunu söyledi. Daha ekolojinin ne demek olduğunu bilmiyordum! Çok gergindim. Ve ilk gerçek değişiklik yaratma görevini üstlendiğim yer benim için Cambridge’dir. Bilimdeki Duvarları Yıkmak Cambridge’deki bilim adamları yaptığım her şeyin yanlış olduğunu söyleyerek beni dehşete ve umutsuzluğa düşürdüler. Şempanzelere ad yerine sayı vermem gerektiğini söylediler. İnsanlara özel olduğu için kişilikleri, zekâları ya da duyguları hakkında konuşamazmışım. Ama büyürken köpeğim Rusty’nin bana öğrettiği, hayvanların da kişilikleri, zekâları ve duyguları olduğuydu. Annem bana, eğer başkalarından farklı düşünüyorsam ilk onları dinlemem gerektiğini çünkü benim de onlardan öğrenebileceğim şeyler olabileceğini, ancak sonrasında eğer hala haklı olduğumu düşünüyorsam cesurca inandıklarıma tutunmamı öğretti. Hayvanların de kişilikleri, zekâları ve duyguları olduğunu savunmaya devam ettim. Şempanzelerin biyolojik olarak bize çok benzediğinin kanıtı — DNA’mızın %98,6’sı aynı, — davranışları ile ilgili yazdığım yazılar ve Hugo’nun filmi sayesinde, bilim adamları, sadece insanların duygulu varlıklar olduğunu savundukları indirgemeci düşüncelerinden uzaklaşmak zorunda kaldılar. PhD’mi aldıktan sonra Tanzanya’ya geri döndüm ve bir araştırma merkezi kurdum. Sonrasında, şempanzeleri inceleyen altı farklı saha çalışması yerinden bilim insanları topladığım konferansa katıldım. Koruma üzerine bir oturumumuz vardı. Afrika’nın her yerinde ormanlar yok oluyor ve şempanze sayıları azalıyordu. Şaşkına dönmüştüm. Başka bir oturumda tıbbi araştırma laboratuvarlarında tutsak edilen, 60 yıl yaşayabilen akrabalarımızın beşe beş boyutta kafeslerde yaşamaya zorlanmalarından bahsettik. Bilim insanı olarak gittiğim bu konferanstan aktivist olarak çıktım. Ilk yaptığım şey, kendimi tıbbi araştırma laboratuvarlarına gitmeye zorlamak oldu çünkü kendi gözlerinle görmeden hiçbir şey hakkında anlamlı yorumlar yapamazsın. Onları gaddarlıkla suçlamaktansa, Gombe’deki şempanzelerin videolarını gösterdim. Bu uzun soluklu mücadeleye 1987’de başladım ve laboratuvarlarda yavaş yavaş şempanzelerin hayat kalitelerini arttıracak şeyler yapmaya başladılar. Hayvanat bahçelerindeki şempanzelerin hayatlarını zenginleştirmek, koşulları iyileştirmek ve bakıcıları eğitmek için bir program başlattık. Altı farklı ülkeyi ziyaret etmek, bana sadece şempanzelerin problemleri ile ilgili değil aynı zamanda şempanzelerin doğal ortamı içinde ve etrafında yaşayan birçok insanın durumu — yoksulluk, eğitim ve sağlık tesislerinin eksikliği ve arazinin bozulması — ile ilgili de çok şey öğretti. Harekete geçmenin hayati önemini ise küçük Gombe Ulusal Parkı’nın üstünden uçarken anladım. 1960’ta başladığımda Afrika’nın bir ucundan diğerine uzanan bir orman kuşağının parçasıydı. Ama 1990 yılında küçük bir uçakla üstünden uçtuğumda, gördüğüm manzaraya hazır değildim: çırılçıplak tepelerin çevrelediği, ada gibi duran küçük bir orman… İşte o zaman dank etti: Hayatta kalmaya çalışan insanların sayısı, toprağın kaldırabileceğinden daha fazlaydı. Başka yerden yemek almak için çok fakirlerdi. Onlara çevreye zarar vermeden hayatlarını geçindirebilmelerinin bir yolunu bulmalarına yardım edemezsek, şempanzeleri kurtarmaya bırakın, buna teşebbüs bile edemezdik. Jane Goodall Enstitüsü, toplum-temelli korumanın öncülerindendi. Özel olarak seçtiğimiz yedi yerli Tanzanyalı ile başladı; onlar insanları dinlediler ve hayatlarını iyileştirmek için ne yapabileceğimizi sordular. Bu program çok bütünsel oldu ve insanlar bize güvenmeye başladı. Gombe çevresindeki köylerle başlayan ve kadınları güçlendirip kızlara okulda kalmaları için burs veren bu program artık şempanze menzilindeki 104 köyde bulunmakta. Köyde çalışan gönüllüler, topluluklarının yakınındaki ormanların sağlığını gözlemliyor. Bu insanlar koruma çabalarımızda bizim ortaklarımız. Bu program artık altı farklı Afrika ülkesinde faaliyette. Geleceğin Tohumlarını Ekmek Bu zamanlar konuşmalar veriyor, toplumu bilinçlendirmek ve fon toplamaya çalışıyorum. Durmadan umudunu kaybetmiş gençlerle tanışıyorum — kimi ilgisiz, kimi kızgın, kimi üzgün. Çoğunun söylediği “Böyle hissetmemizin nedeni geçmiş nesillerin geleceğimizi tehlikeye atmış olmaları ve yapabileceğimiz hiçbir şeyin olmaması.” Haklısınız, sizin geleceğinizi tehlikeye attık. Geleceğinizi çalıyoruz. Ama yapılabilecek bir şey var. Yağmur ormanlarından öğrendiğim bir ders var: Her türün bu hayatta oynaması gereken bir rolü var, yani bu bizimle. Dünya dediğimiz bu olağanüstü gezegende her bireyin oynaması gereken bir rol var. Gençler için Roots & Shoots adında uluslararası bir liderlik programı başlattık. Özünde, hepimizin her gün bir etki yarattığı ve bu ve etkinin nelere yol açtığını seçebileceğimiz düşüncesi bulunmakta. Sürdürülebilirlikten uzak yaşam biçimimizi değiştirmemiz gerekiyor. Yoksulluğu azaltmamız gerekiyor. Nüfusumuz yaklaşık 7,2 milyar — 2050 yılında neredeyse 10 milyar olacak. Roots & Shoots, 1991 yılında Tanzanya’da 12 lise öğrencisi ile başladı. Şimdi 65’ten fazla ülkede bulunmakta. Yüzbinlerce grup var. Anaokulları. Üniversite grupları. Hapishanedeki insanlar. Büyük firmalarda çalışanlar. Temel değerlerden biri farklı millet, dil, ülke, kültür ve dinlerden gelen insanlar arasında örülen engelleri yıkmak. Herkesin oynaması gereken bir rol var. Başarılı bir hayatın ne demek olduğunu sorgulamamız lazım. Günümüzde, insanların çoğunun bu soruya cevabı mal, mülk ve servet. COVID-19 bunu kapımıza kadar getirdi. Doğal dünyaya saygı duymayarak bunu kendimize yaptık: hayvanları toplayıp insanların içine ittik, virüs ve bakterilerin hayvanlardan insanlara zıplayabileceği ortamlar yaratarak yeni bir hücre ile birleşip yeni bir hastalık oluşmasına neden olduk ve insandan insana zıplayan bir epidemi — ya da bu durumda bir pandemi — yarattık. Bu bizim hayvanlara olan saygısızlığımız. Onları öldürüyor, yiyor ve satıyoruz. Doğaya olan bu saygısızlık, pandemiden çıktığımızda yeniden yüzleşmemiz gereken iklim krizine yol açtı. Her şeyin birbiri ile olan bağını fark ettikten sonra, sadece bir problemi düşünemeyeceğinizi görüyorsunuz. Bütünsel düşünmeniz gerekiyor. 86 yıldır hayattayım ve bu farklı zorluklara asimile olma vaktim oldu. Birçok genç birey ve hayatımda bu zorluklara çözüm getiren insanların yardımı ile elimden geleni yapıyorum. ----- | 5 Ekim 2020 tarihinde Ashoka hesabında yayımlanan, Dr. Jane Goodall tells her changemaker story yazısından çevrilmiştir. Çeviri: Yasmin Güleç

0 Comments

Benzer içerikler


Sohbet